Ensestle ilgili farklı tanımlamalar mevcuttur ancak günümüzde en yaygın olarak kabul gören geniş tanımı şu şekildedir; “kan bağı olan anne/baba kardeş amca dayı hala teyze kuzen dede gibi akrabalara ek olarak, kan bağı bulunmayan akraba ve hısım grubunu da içine alarak ( üvey anne baba kardeş,enişte, kayın vb.) güven ve aidiyet duygusuna dayanan yakın ilişkilerdeki her türlü sözlü,sözsüz ya da fiziksel aktivite ensest kavramı içerisinde değerlendirilir.”
Yani ensest ilişkiden bahsetmek için kan bağı olması zorunluluğu yoktur. Araştırmacılar ayrıca rızaya dayalı ve rızaya dayalı olmayan ensest ilişki olarak da bir ayrım getirmişlerdir. Biz çocukların cinsel istismarı açısından ensest yaklaşımlara baktığımızda rızaya dayalı olmayan bir durumun varlığını kabul edeceğiz.
Ensest istismarlara dair ne yazık ki kesin rakamlara ulaşmak oldukça güç. Adli birimlere yansıyan vakalarda ensest saldırganların %39 u öz baba, %15 i öz abi, %17 si yakın ve %28 i uzak akrabalar oluşturmaktadır. Çocuklara yönelik üm cinsel istismarlarınsa yaklaşık %35 ini ensest ve aile içi cinsel istismar oluşturmaktadır.
Aile içinde ya da akrabalarla yakın temas halinde olunan evlerde, cinsel istismar genellikle kademe kademe kendini gösterir. Önce cinsel dürtülerle çocuğun saçını okşamakla başlayıp, zamanla kucakta sevme, okşama, zorla öpme ve en nihayetinde fiziksel bütünlüğe zarar verecek şekilde taciz etme ve tecavüz olarak ilerler. Bu bir sürece yayılmış olduğu için, istismarı farketmek daha da güçleşir.
Ülkemizde yaşanan ensest vakalarında hemen adli birimlere başvurmak yerine, olayın üzeri örtüldüğü için pek çok aile içi cinsel istismar gizli kalmaktadır. İlginç olan durum şudur ki, bu tip vakalar genelde eğitim ve gelir düzeyi düşük olan kesimlerde yaşanmakla beraber, okumuş, donanımlı ve gelir düzeyi yüksek aile birliklerinde de görülebilmektedir.
Eldeki verilerle yapılan istatistiklere göre ensest mağduru çocukların %55 i 5-10 yaş arasındadır. Çocuğun cinsel farkındalığının henüz oluşmadığı yaşlarda, yaptıklarını gizlemenin daha kolay olacağını bilen ve çocuğun söylediklerine inanılmayacağı güvencesini duyan istismarcılar genellikle ergenlik öncesi çocuklara saldırmaktadır. Çocuğun sözlerine itibar etmeme, çocuğa değil büyüklere inanma gibi yanlışlara sıkça düşülmektedir. Bu yanılgının kırılması ve adli birimlere yansıyan vakalarda da öncelikli olarak çocuğun anlattıklarının değerlendirilmesi gerekir.
Yaşanan vakalarda sıklıkla karşılaşılan bir diğer yanlış da, olaydan annelerin ve çocukların sorumlu tutulmasıdır.Özellikle annenin çalışıyor olması, olayı önceden farketmemiş olması, kocasını tatmin etmemiş olması gibi akıl almaz gerekçelerle anneler, çocuğun aile içi cinsel istismarından sorumlu tutulabilmektedir. Bazı durumlarda ise, anneler ve ailenin diğer fertleri, durumu bilmelerine rağmen sessiz kalmayı ve müdahale etmemeyi tercih ederler. Bunun en büyük nedeni, cehalet, aile içi baskı, korku, toplumdan dışlanma korkusu, yuvanın dağılması endişesi, hukuki hakları bilmeme ve kadının ekonomik gücünün olmamasıdır.
Çocuklara yönelik cinsel istismarlarda, ensest yaklaşımlar oldukça büyük bir yüzdeyi kaplamaktadır. Çocuğa yaklaşmak konusunda birlikte yaşama zorunluluğunun verdiği kolaylığı kullanan istismarcı, bu şekilde çok ağır travmalara neden olur. Çocuk aile ortamının verdiği “sığınılacak liman” duygusunu kaybeder, büyüklerine karşı duyduğu saygı ve güven duygusunun kurbanı olur. Bu statü üstünlüğü de istismarcıya, çocuğa daha kolay yaklaşma olanağı tanır.
Ülkemizde bugüne kadar pek çok ensest istismar vakası medyaya yansımıştır. Özellikle köy kasaba gibi insanların birbirlerini tanıdığı küçük yerleşim yerlerinde, bir kız çocuğunun bekaretini kaybetmiş olması gerekçesiyle aynı köyden pek çok kişinin, yakın ve uzak akrabaların cinsel istismarına maruz kaldığı durumlar yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Bazı durumlarda aynı evin içinde birden fazla çocuk istismara uğramakta ve bu çocuklar da büyüdükleri zaman daha küçük olanı istismar ederek bu suçu uzun yıllar devam ettirebilmektedir. Bunlar çok ciddi insanlık suçlarıdır ve o bölgelere hakim olan kolluk kuvvetlerine ve eğitim görevlilerine çok önemli görevler düşmektedir.
Namus kavramının hayatı biçimlendirdiği toplumlarda, çoğu ensest vaka namus kaygısı sebebiyle gizlenebiliyor. Hatta ensest mağduru olan, “namusa leke getirdiği” için suçlanabiliyor. Yaşı küçük olanın söylediklerine itimat edilmediği de düşünülünce, yaşanan ensest ilişki sanki mağdurun isteğiyle olmuş gibi benimsenebiliyor. Bunun sonucunda cezalandırılan mağdur, bazen istismarcısıyla evliliğe zorlanabildiği gibi bazen de ne yazık ki “namus cinayetine” kurban edilebiliyor.
Önceleri cinsel amaçlı sarkıntalık olarak başlayan istismarlar zamanla tecavüze dönüşebilir ve aynı ortamda bulunmanın kaçınılmaz sonu olarak bu tecavüzler tekrarlanabilir. Çocukların ensest mağduru olmasında kayıtlara geçen en küçük yaş 8 aylık bir bebeğin istismarıdır. Erkek çocukların da sıkça enseste maruz kaldığı bilinmekle birlikte rakamlara yansıyan değerler genellikle kız çocuklarının istismarını içermektedir. Kırsal kesimler ve küçük yerleşim yerlerinde, kız çocuklarının, bekaret kaybetme suretiyle suçu daha kolay ifşa edecekleri düşüncesi, istismarcıları erkek çocuklara tecavüz etmeye yöneltebilmektedir.